SPOİLER İÇERİR!
Kitleleri harekete geçirmekte kullanılan en geçerli yollardan
birisi dini inançlardır. İnsanlar çoğu zaman bağlı bulundukları dinsel
otoriteye itaat ederler. Ve bazı insanlar çıkarları doğrultusunda kitleleri
dinsel inanç adı altında peşlerinden sürüklerler. Toplumlar söz konusu din
olduğunda tek başlarına yapamayacakları birçok eylemi yapabilme cesaretini
gösterirler. Bu eylemler, insanlık dışı eylemler dahi olabilir. Grup halinde
hareket edildiği zaman bireyler daha acımasız olabilirler. Guruptan atılma
korkusu onları vahşice eylemler yapmaya sürükleyebilir. Recim gibi. Recim
Türkçe sözlükte kısaca şöyle geçiyor: “Şeriat düzeninde bir insanı taşa tutarak
öldürme cezası”[1] elbette
bu insan çoğunlukla kadın oluyor. Kadınların, konu suç ve ceza olduğunda
düşünülmeden katlediliyor olması sadece İslam topluluklarına özgü olmasa gerek.
Tarih boyunca kadının çoğu zaman ikincil konumda olduğu gerçeği biliniyor.
Toplulukçu kültürlerde bir takım kararlar alındığında bunu
topluluğa uygulamak çok daha kolay olur. Bireyci kültürlerde kişinin çıkarları
grubun çıkarlarından daha önemliyken, toplulukçu kültürlerde grup çıkarları
bireyin düşünce ve davranışlarını yönlendirir. Toplulukçu kültürlerin
insanları, grupların onayını almayı bireyci kültürden insanlara göre daha fazla
önemserler ve alamazlarsa da utanç duygusu yaşarlar. Bireyci kültürden bir kişi
gruptan özerk olma ve birey olma gereksinimine daha fazla sahiptir. Bu farklı
kültürel yönelimlerden çıkarılan sonuç, toplulukçu kültürden olan kişilerin
bireyci kültürlerden olan kişilere oranlara daha fazla uyma davranışı
gösterecekleri yönündedir. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci
kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti
sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[2]
Bu tür durumlarda olgunluk çoğu zaman
size ya da bireysel vicdanınıza uygun olanı değil grubun vicdanına uygun olanı
seçmekten hatta benimsemekten geçiyor.
İslam toplumlarında
ise bu durum çok daha kolay. Çünkü benimsediğiniz şey aynı zamanda alsa
sorgulamamanız gereken dininizin emirlerini uymak oluyor. Bu ise sizi tanrınıza
bir adım daha yaklaştırıyor ve belki cennetteki yerinizi sağlamlaştırıyor.
İslam dininde Allah’ı sorgulamak günahtır ve dolayışıysa Allah’ın emirlerini de
öyle. Sosyal normlar, belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkında
yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı zaman ceza verici bir
tepki doğurarak yaptırım gücü yaratan kurallar olarak tanımlanabilir. Yaptırıp
gücü en hafifi tasvip etmemeyi gösteren dudak bükmeden başlar, gruptan atılma
ve ölüme kadar gider.[3]
Yani eğer inandığınız şeyi tam olarak bilmiyor ve bildiğini düşündüğünüz
kişilere gözü kapalı olarak itaat ediyorsanız bu durum dinsel inançtan daha çok
grup psikolojisinden ve dışlanma korkusundan ileri geliyordur.
SORAYA’YI TAŞLAMAK
Erkek egemen toplumlarda en önemli şeylerden birisi “namus”[4]
tur. Bu yüzden kadınlar namuslarını kirletecek herhangi bir şey yaptığında,
bunu temizlemek için ellerindeki tüm yetkiyi kullanırlar. İslami topluluklarda
ise erkeklerin eline bu anlamda verilmiş çok geçerli şeriat kanunları vardır.
Namussuzluk yapan kadını recmetmek da bunlardan birisidir. Filmde taşlanan
Süreyya masumdur, iftiraya uğramıştır ama onun masum olması yapılan eylemin bu
nedenle yanlış olduğunu göstermez. Taşlanan kadın suçlu olsa dahi, bu tür
insanlık dışı eylemler ne dinsel inanç ne de başka bir otorite gösterilerek
yasal kılınamaz.
Castells’in “direnmeci kimlikler” içinde sınıflandırdığı
dinsel kimlikte, anlam arayışı cemaatçi ilkeler etrafında savunmacı bir kimlik
kurgulanması sürecinde oluşuyor. Üstelik dinsel kimlik, Batı’da yaygın olan inancın
aksine salt İslam’la sınırlı olmadığı gibi,[5]
her iki durumda da geleneğe dönerek değil, geleneksel malzeme üzerinde
“çalışılarak” yeni bir kutsal dünya yaratılmasına dayanıyor.[6]
Filmde Süreyya’nın kocası da geleneksel malzeme üzerinde çalışarak var olan
şeriat kuralını çıkarı doğrultusunda uygulatıyor. Karısından boşanmak ve
kendisinde yaşça çok küçük olan bir kız çocuğuyla evlenmek istiyor fakat karısı
boşanmayı kabul etmiyor, eğer boşanırlarsa kız çocuklarının ve kendi geçimini
sağlayabileceği herhangi bir geliri yok. Buna paralel zamanda komşulardan
Haşim’in karısı vefat ediyor. Molla, Muhtar ve Süreyya’nın kocası karar alarak
Haşim’in ev işlerine Süreyya’nın yardım edeceğini söylüyorlar. Süreyya para
karşılığında ev işleri yapmayı kabul ediyor. Bunu fırsat bilen molla ve
Süreyya’nın eşi durumu aleyhlerine çevirmek için dedikodu çıkarıyorlar.
Süreyya’nın Haşim’le ilişkiye girdiğini ve namussuz olduğunu söylüyorlar.
Böylece Süreyya’dan kısa sürede kurtulmuş olacaklar. Haşim’i de tehdit edip
yalancı şahitliğini alıyorlar ve muhtar tarafından Süreyya’nın recmedilmesine
karar veriliyor. Ne oğulları ne de babası Süreyya’nın yanında olmuyor, onun suç
işlediğine inanıyorlar. Böylece var olan dinsel yasa üzerinde çalışılarak
birtakım kişilerin çıkarlarına yarar biçimde kullanılıyor.
Bu duruma karşı çıkan kişi ise Süreyya’nın halası Zehra. Zehra
muhtarı uyarıyor, aldıkları kararın bir komplo olduğunu, geçerliliği olmadığını
söylüyor. Zehra karakteri filmde var olan düzene, dinsel otoriteye karşı
gelmeden başkaldırıyor. Alınan yanlış kararları sorguluyor ve yaşından dolayı
kararların düzeltilmesi adına diğer kadınlardan biraz daha fazla konuşabiliyor.
Yine de çoğu zaman susturuluyor ve tehdit ediliyor. Zaten İran’da bu anlamda
kadının sesi olmadığı da filmde geçen bir diyalogda yer alıyor. Kararlar
erkekler tarafından veriliyor, ilan ediliyor ve uygulanıyor ama kadınların
hiçbir sorgulamaya kalkışmasına izin verilmiyor.
Küçük çocukları toplum tarafından ne kadar kolay
şekillendirildiğini de film de görmek mümkün. Oyun oynamaları gereken yaşta,
ellerinde taşlarla annelerini taşlıyorlar tıpkı günümüzde de birçok eylem de
çocukların ön plana sürüldüğü gibi onlar da kullanıyorlar. Çocuklar masumiyet
ve sevginin simgesi. Bu nedenden ötürü olsa gerek, başta annesine düşman olan
büyük oğlu ki babası tarafından dolduruluyor annesini kanlar içinde görünce
ağlamaya başlıyor. Taşlama[7]
adlı öykü de geçtiği gibi taş yığını artık mezar oluyor. Süreyya’nın cesedinin
gömülmesine bile izin verilmiyor.
İnançlarına körü körüne bağlı bu insanlardan biri olan
muhtar, kararı verdiğinde tanrısından bir doğru yapıp yapmadığına dair bir
işaret istiyor. Filmde işaret olarak gösterilen ilk şey çok dikkat çekici, tam
recim başlayacağı sırada köye sirk ekibi geliyor. Hiçbir şeyden haberleri
olmadığı çıkıp gösteriye başlamaya hazırlanıyorlar ama durumu öğrenince eylemin
bitmesini bekliyorlar. Diğer herkes gibi onlar da sesini çıkaramıyorlar ve
Süreyya’nın katlinden sonra da ekip gösteriler yapıyor. Namusu temizlenen
insanlar ise kutlamaya katılıyorlar. Aslında bu durum, bu tür olaylara
insanların ne kadar alışık olduğunu ve bir kadının ölümünün bile ölümden
sayılmadığını gösteriyor. Kadının adı yok. Bu işareti gören muhtarı kılı
kıpırdamıyor. İnançlarına böyle bağlılar ama nedense sadece işlerine geldiği
zaman.
Bu nedenle dinsel inancın cahil kitleleri yönlendirmek adına
birtakım azınlığın kullandığı bir çeşit otorite olduğunu söylemek mümkündür. Kadının
kocasına itaatsizliği, aynı zamanda ailenin ve topluluğun bekçisi durumunda
olan erkeğe itaatsizlik anlamına geldiği için, İslami hiyerarşiyi tehdit eden
bir şeydir. Bu durumda kadın, yalnızca kocasına değil, ümmete, ümmetin
cisimleştirdiği akla ve düzene itaatsizlik etmiş sayılır.[8]
Kişiliğin ataerkil dayanakları yıkılınca, ailenin ve cemaatin aşkın değeri,
“tanrı iradesi” olarak yüceltiliyor.[9]
Her iktidar biçimi gibi bu olayda da, otorite sarsılan gücünü yeniden kazanmak
için katliamı tüm halkın gözü önünde ve tüm halkın katılımıyla
gerçekleştiriyor. Bu diğer kadınlara bir ders verme amacını güderken, erkeklere
güç ve cesaret veriyor, erkek çocukları ise eğitiyor. Toplumsal güdülenme öyle
yüksek ki kendine evine kapatmış olan Haşim dahi evinden alınıp taş atmaya
getiriliyor. Filmdeki ender, vicdana sahip erkek Haşim taş atmıyor ve geri
dönüyor. Ertesi gün de Süreyya’nın kocasının istediği kadınla evlenemediğini
öğrenince (kadının babası idam edilmiş olduğu için) her şeyin boşuna
yapıldığını anlıyor ve kendisine zorla yalancı şahitlik yaptırdıklarını itiraf
ediyor. Ama bu itiraf bile muhtarın vicdanını birazcık rahatsız etmekten öteye
gidemiyor, kimsenin suç işlediği ve cezalandırılması gerektiği düşünülmediği
gibi olayın örtbas edilmesi için çaba harcanıyor. Dün yaşanan insanlık dışı
eylem, İslami kurallara göre yanlış[10]
olduğu halde durum çabucak sindiriliyor.
“Ne oluyor size! Nasıl
hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz?
Ki ondaki keyfinize göre hükümler sizindir. Yoksa dilediğinizi yapabilirsiniz
diye kıyamete kadar geçerli bizden alınmış bir sözünüz mü var?”[11]
Aslında recmetmek eyleminin, tam olarak zina suçunu
isleyenlere karşı uygulanması gereken ceza olup olmadığına ve de en önemlisi
recim eyleminin tanımına dair tartışmalar sürmekte iken bu eylemin kullanılıyor
olması yine dini inancın sömürülmesine örnektir. Kuran-ı kerimde geçen
yukarıdaki alıntıda, İslam dini insanların yazılı olan metinleri istedikleri
şekilde yorumlarına ve olmayan kuralları varmış gibi göstermelerine, kendilerine
göre gerekçeler ortaya çıkarmalarına da yasak getirmiştir. Yani İslami
kurallara böylesine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk nasıl oluyor da bu durumu
gözden kaçırıyor? Öyleyse aslında bağlı olunan şey topluluk yapısı ve dışlanma
korkusu.
Zehra, Süreyya’ya ölmeden önce ona hikâyesini anlatacağına
dair söz veriyor. Olayın ertesi gününde ise arabası bozulduğu için köye
uğraması gereken Gazeteci Freidoune’ya her şeyi anlatıyor. Bu durumun ortaya
çıkmasını istemeyenler ilk olarak, gazeteciyi kadından uzak tutmaya çalışsa da
Zehra bir yolunu bulup onu davet ediyor ve hikâyesini kayda almasını istiyor.
Gazeteci çıktığında, katliamın başını çekmiş olanlar durumu tahmin ediyorlar.
Adamı durdurup tüm kasetlerini parçalıyorlar. Yaptıklarının aslında dinsel ya da
hukuksal hiçbir yasaya uymadığının onlar da farkındalar ve bu durumun ortaya
çıkmasını istemiyorlar. Bu durumu tahmin ettiği için Zehra kaseti kendisi
saklıyor ve adam arabasıyla köyün çıkışına yaklaştığında ona geri veriyor.
Film, Freidoune Sahebjam’ın gerçek olaylara dayanarak yazdığı “The Stoning of Soraya” adlı kitabından
uyarlanarak çekilmiş. Yani Zehra bu katliamı gerçekten tüm dünyaya duyurmuş
oluyor. İnternette çeşitli forum sitelerinde yazanlara göre ise film İran’da
yasak olduğu gibi Türkiye’de de yasaklanması talep ediliyor fakat reddediliyor.
Bu tür durumlarda neden kadınların birlikte olarak tepki
göstermediklerini, ayaklanmadığını anlamak oldukça güç. Yeterli çoğunluğu
sağladıklarında ve seslerini duyurduklarında en azından yaşama haklarının bu
kadar kolayca ellerinden alınmasına engel olabilirler. Ama ortada çok büyük bir
faktör olan din ve inanç var. Onlar da İslam dinine inanıyorlar ve cezaya karşı
gelmenin Allah’a karşı gelmek olduğunu düşünüyorlar. Ama bunu emreden din
değil, dinsel otoriteyi elinde bulunduranlar. Aslında dinsel otoriteyi
ellerinde bulundurmalarında ziyade kalabalığı yanlarına çekmek önemli olan ve
bunu yine yukarıda da belirttiğim gibi toplulukçu kültüre özgü olan yapıyla
açıklayabileceğimi düşünüyorum. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci
kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti
sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[12]
Yani bireyler günah işlemekten çok yalnız kalmaktan ve grup tarafından cezalandırılmaktan
korkuyorlar ve belki de aynı durumu kendileri de yaşamak istemiyorlar. Yine de katliamın
kendi başlarına gelebileceği korkusunu da içlerinde yaşıyor ve bir çeşit
paradoksal çelişkiye düşüyorlar.
SONUÇ
Kadının
ikincil konumu, aşağılanışı yeni bir durum olmadığı gibi bitmiş de değil.
Özellikle de İslami toplumlarda, her hâlükârda kadının görünümünün ve tavrının
cemaatin “gerçek” kimliğiyle uyum içinde olması, onu doğru biçimde yansıtması
bekleniyor.[13]
Cemaatin gerçek kimliği ise elbette erkekler tarafından belirleniyor ve bu
erkeklerin ne çeşit bir vicdan yapısına sahip olduğunu anlamak ise mümkün
değil. Tabi ki bu tür bir vahşet ne
dünyanın her yerinde yaşanıyor ne de önüne geçilemez bir durum ama bu yüzyılda
böyle vahşi durumlarla karşılanması insan onurunu oldukça zedeleyen bir olgu.
Filmin konu aldığı recmetme eyleminin ise hala tartışılıyor olması şaşılası bir
durum. Bunun tartışılıyor olması bile insanlık adına yolun çok başında
olduğumuzun kanıtlarındandır.
Filmin
ABD yapımı olması durumun oryantalist bir yanında da olduğunu gösteriyor.
“Bakın doğuda, İslami topluluklar neler yapıyor ve biz onları size
gösteriyoruz.” Tavrı sezilmekle beraber bu tür bir durumu kitap ya da filmle
belgelemek için gerekli cesareti diğer ülkelerin bulamamış olması da oldukça
muhtemel.
Ben
izlediğim “Sorayayı Taşlamak” adlı
filmi kadın sorunu, dinsel otorite, iktidar, iktidarın görünme biçimi,
toplulukçu kültürlerde suç ve ceza yapısı konuları ekseninde irdelemeye
çalıştım. Edindiğim izlenim kadın
sorunun bu yüzyılda dahi kanayan bir yara olduğu yönünde. Bunu fark etmek için
herhangi bir filmi izlemek ya da bir kitabı okumak gerekmiyor. Çevreye bakarak
dikkatli bir gözlem yapmak yeterlidir. Ama filmde yaşanan olay sadece kadın
değil bir insanlık, insan olma ve olamama meselesi. Vicdan sorgulaması sorunu,
vicdanın ne olduğu, inancın ne olduğu, kimde olduğu, kim tarafından
yönlendirildiği sorunudur. Dinin toplumu yönlendirmedeki gücü ile toplumu
yönlendirmede dinden öte grup psikolojisinin önemi anlatılmaya çalışılmıştır.
KAYNAKÇA
1.Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının
Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116, s.128.
2.Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2008, s.558.
3.D. Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation
of the Woman Question in Turkey” History of Women: Changing Perceptions içinde,
Unesco, Paris.
4.Hulusi Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37,
38, 39 s. 470.
5.Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal
Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
6.Manuel Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997,
s.7.
7.Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006,
s.1450.
8.Payza Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve
Kültür Dergisi, Mayıs 2010, s. 84
[1]
Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006, s.1450.
[2]
Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi,
İstanbul, 2008, s.97.
[3]
Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.558.
[4] Namus
burada yalnızca kadın bedeni üzerinden yapılan cinselliğe dayalı namustur. Bu
anlamda namuslu olduğunu düşünen erkekler diğer her türlü namussuzluğu rahatça
yapabilmekte ve hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Söz konusu dinsel otorite
yaptıklarını günah saymış olsa dahi birtakım hilelerle bu durumlar kendi
yararlarına olarak çevrilir.
[5] Manuel
Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997, s.7.
[6] Berktay
Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın
Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[7] Payza
Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Mayıs 2010,
s. 84
[8] Berktay
Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın
Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 128.
[9] Berktay
Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın
Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[10] Şeriat
kurallarına göre gerçekten namussuzluk yapan kadın recmedilir deniliyor.
Süreyya iftiraya uğramıştır.
[11] Hulusi
Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37, 38, 39 s. 470.
[12]
Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim
Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
[13] D.
Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation of the Woman Question
in Turkey” History of Women: Changing
Perceptions içinde, Unesco, Paris.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder