26 Kasım 2015 Perşembe

SORAYA'YI TAŞLAMAK - İnceleme

SPOİLER İÇERİR!

Kitleleri harekete geçirmekte kullanılan en geçerli yollardan birisi dini inançlardır. İnsanlar çoğu zaman bağlı bulundukları dinsel otoriteye itaat ederler. Ve bazı insanlar çıkarları doğrultusunda kitleleri dinsel inanç adı altında peşlerinden sürüklerler. Toplumlar söz konusu din olduğunda tek başlarına yapamayacakları birçok eylemi yapabilme cesaretini gösterirler. Bu eylemler, insanlık dışı eylemler dahi olabilir. Grup halinde hareket edildiği zaman bireyler daha acımasız olabilirler. Guruptan atılma korkusu onları vahşice eylemler yapmaya sürükleyebilir. Recim gibi. Recim Türkçe sözlükte kısaca şöyle geçiyor: “Şeriat düzeninde bir insanı taşa tutarak öldürme cezası”[1] elbette bu insan çoğunlukla kadın oluyor. Kadınların, konu suç ve ceza olduğunda düşünülmeden katlediliyor olması sadece İslam topluluklarına özgü olmasa gerek. Tarih boyunca kadının çoğu zaman ikincil konumda olduğu gerçeği biliniyor.

Toplulukçu kültürlerde bir takım kararlar alındığında bunu topluluğa uygulamak çok daha kolay olur. Bireyci kültürlerde kişinin çıkarları grubun çıkarlarından daha önemliyken, toplulukçu kültürlerde grup çıkarları bireyin düşünce ve davranışlarını yönlendirir. Toplulukçu kültürlerin insanları, grupların onayını almayı bireyci kültürden insanlara göre daha fazla önemserler ve alamazlarsa da utanç duygusu yaşarlar. Bireyci kültürden bir kişi gruptan özerk olma ve birey olma gereksinimine daha fazla sahiptir. Bu farklı kültürel yönelimlerden çıkarılan sonuç, toplulukçu kültürden olan kişilerin bireyci kültürlerden olan kişilere oranlara daha fazla uyma davranışı gösterecekleri yönündedir. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[2]  Bu tür durumlarda olgunluk çoğu zaman size ya da bireysel vicdanınıza uygun olanı değil grubun vicdanına uygun olanı seçmekten hatta benimsemekten geçiyor.

 İslam toplumlarında ise bu durum çok daha kolay. Çünkü benimsediğiniz şey aynı zamanda alsa sorgulamamanız gereken dininizin emirlerini uymak oluyor. Bu ise sizi tanrınıza bir adım daha yaklaştırıyor ve belki cennetteki yerinizi sağlamlaştırıyor. İslam dininde Allah’ı sorgulamak günahtır ve dolayışıysa Allah’ın emirlerini de öyle. Sosyal normlar, belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkında yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı zaman ceza verici bir tepki doğurarak yaptırım gücü yaratan kurallar olarak tanımlanabilir. Yaptırıp gücü en hafifi tasvip etmemeyi gösteren dudak bükmeden başlar, gruptan atılma ve ölüme kadar gider.[3] Yani eğer inandığınız şeyi tam olarak bilmiyor ve bildiğini düşündüğünüz kişilere gözü kapalı olarak itaat ediyorsanız bu durum dinsel inançtan daha çok grup psikolojisinden ve dışlanma korkusundan ileri geliyordur.

SORAYA’YI TAŞLAMAK


Erkek egemen toplumlarda en önemli şeylerden birisi “namus”[4] tur. Bu yüzden kadınlar namuslarını kirletecek herhangi bir şey yaptığında, bunu temizlemek için ellerindeki tüm yetkiyi kullanırlar. İslami topluluklarda ise erkeklerin eline bu anlamda verilmiş çok geçerli şeriat kanunları vardır. Namussuzluk yapan kadını recmetmek da bunlardan birisidir. Filmde taşlanan Süreyya masumdur, iftiraya uğramıştır ama onun masum olması yapılan eylemin bu nedenle yanlış olduğunu göstermez. Taşlanan kadın suçlu olsa dahi, bu tür insanlık dışı eylemler ne dinsel inanç ne de başka bir otorite gösterilerek yasal kılınamaz.

Castells’in “direnmeci kimlikler” içinde sınıflandırdığı dinsel kimlikte, anlam arayışı cemaatçi ilkeler etrafında savunmacı bir kimlik kurgulanması sürecinde oluşuyor. Üstelik dinsel kimlik, Batı’da yaygın olan inancın aksine salt İslam’la sınırlı olmadığı gibi,[5] her iki durumda da geleneğe dönerek değil, geleneksel malzeme üzerinde “çalışılarak” yeni bir kutsal dünya yaratılmasına dayanıyor.[6] Filmde Süreyya’nın kocası da geleneksel malzeme üzerinde çalışarak var olan şeriat kuralını çıkarı doğrultusunda uygulatıyor. Karısından boşanmak ve kendisinde yaşça çok küçük olan bir kız çocuğuyla evlenmek istiyor fakat karısı boşanmayı kabul etmiyor, eğer boşanırlarsa kız çocuklarının ve kendi geçimini sağlayabileceği herhangi bir geliri yok. Buna paralel zamanda komşulardan Haşim’in karısı vefat ediyor. Molla, Muhtar ve Süreyya’nın kocası karar alarak Haşim’in ev işlerine Süreyya’nın yardım edeceğini söylüyorlar. Süreyya para karşılığında ev işleri yapmayı kabul ediyor. Bunu fırsat bilen molla ve Süreyya’nın eşi durumu aleyhlerine çevirmek için dedikodu çıkarıyorlar. Süreyya’nın Haşim’le ilişkiye girdiğini ve namussuz olduğunu söylüyorlar. Böylece Süreyya’dan kısa sürede kurtulmuş olacaklar. Haşim’i de tehdit edip yalancı şahitliğini alıyorlar ve muhtar tarafından Süreyya’nın recmedilmesine karar veriliyor. Ne oğulları ne de babası Süreyya’nın yanında olmuyor, onun suç işlediğine inanıyorlar. Böylece var olan dinsel yasa üzerinde çalışılarak birtakım kişilerin çıkarlarına yarar biçimde kullanılıyor.

Bu duruma karşı çıkan kişi ise Süreyya’nın halası Zehra. Zehra muhtarı uyarıyor, aldıkları kararın bir komplo olduğunu, geçerliliği olmadığını söylüyor. Zehra karakteri filmde var olan düzene, dinsel otoriteye karşı gelmeden başkaldırıyor. Alınan yanlış kararları sorguluyor ve yaşından dolayı kararların düzeltilmesi adına diğer kadınlardan biraz daha fazla konuşabiliyor. Yine de çoğu zaman susturuluyor ve tehdit ediliyor. Zaten İran’da bu anlamda kadının sesi olmadığı da filmde geçen bir diyalogda yer alıyor. Kararlar erkekler tarafından veriliyor, ilan ediliyor ve uygulanıyor ama kadınların hiçbir sorgulamaya kalkışmasına izin verilmiyor.

Küçük çocukları toplum tarafından ne kadar kolay şekillendirildiğini de film de görmek mümkün. Oyun oynamaları gereken yaşta, ellerinde taşlarla annelerini taşlıyorlar tıpkı günümüzde de birçok eylem de çocukların ön plana sürüldüğü gibi onlar da kullanıyorlar. Çocuklar masumiyet ve sevginin simgesi. Bu nedenden ötürü olsa gerek, başta annesine düşman olan büyük oğlu ki babası tarafından dolduruluyor annesini kanlar içinde görünce ağlamaya başlıyor. Taşlama[7] adlı öykü de geçtiği gibi taş yığını artık mezar oluyor. Süreyya’nın cesedinin gömülmesine bile izin verilmiyor.

İnançlarına körü körüne bağlı bu insanlardan biri olan muhtar, kararı verdiğinde tanrısından bir doğru yapıp yapmadığına dair bir işaret istiyor. Filmde işaret olarak gösterilen ilk şey çok dikkat çekici, tam recim başlayacağı sırada köye sirk ekibi geliyor. Hiçbir şeyden haberleri olmadığı çıkıp gösteriye başlamaya hazırlanıyorlar ama durumu öğrenince eylemin bitmesini bekliyorlar. Diğer herkes gibi onlar da sesini çıkaramıyorlar ve Süreyya’nın katlinden sonra da ekip gösteriler yapıyor. Namusu temizlenen insanlar ise kutlamaya katılıyorlar. Aslında bu durum, bu tür olaylara insanların ne kadar alışık olduğunu ve bir kadının ölümünün bile ölümden sayılmadığını gösteriyor. Kadının adı yok. Bu işareti gören muhtarı kılı kıpırdamıyor. İnançlarına böyle bağlılar ama nedense sadece işlerine geldiği zaman.

Bu nedenle dinsel inancın cahil kitleleri yönlendirmek adına birtakım azınlığın kullandığı bir çeşit otorite olduğunu söylemek mümkündür. Kadının kocasına itaatsizliği, aynı zamanda ailenin ve topluluğun bekçisi durumunda olan erkeğe itaatsizlik anlamına geldiği için, İslami hiyerarşiyi tehdit eden bir şeydir. Bu durumda kadın, yalnızca kocasına değil, ümmete, ümmetin cisimleştirdiği akla ve düzene itaatsizlik etmiş sayılır.[8] Kişiliğin ataerkil dayanakları yıkılınca, ailenin ve cemaatin aşkın değeri, “tanrı iradesi” olarak yüceltiliyor.[9] Her iktidar biçimi gibi bu olayda da, otorite sarsılan gücünü yeniden kazanmak için katliamı tüm halkın gözü önünde ve tüm halkın katılımıyla gerçekleştiriyor. Bu diğer kadınlara bir ders verme amacını güderken, erkeklere güç ve cesaret veriyor, erkek çocukları ise eğitiyor. Toplumsal güdülenme öyle yüksek ki kendine evine kapatmış olan Haşim dahi evinden alınıp taş atmaya getiriliyor. Filmdeki ender, vicdana sahip erkek Haşim taş atmıyor ve geri dönüyor. Ertesi gün de Süreyya’nın kocasının istediği kadınla evlenemediğini öğrenince (kadının babası idam edilmiş olduğu için) her şeyin boşuna yapıldığını anlıyor ve kendisine zorla yalancı şahitlik yaptırdıklarını itiraf ediyor. Ama bu itiraf bile muhtarın vicdanını birazcık rahatsız etmekten öteye gidemiyor, kimsenin suç işlediği ve cezalandırılması gerektiği düşünülmediği gibi olayın örtbas edilmesi için çaba harcanıyor. Dün yaşanan insanlık dışı eylem, İslami kurallara göre yanlış[10] olduğu halde durum çabucak sindiriliyor.

“Ne oluyor size! Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz? Ki ondaki keyfinize göre hükümler sizindir. Yoksa dilediğinizi yapabilirsiniz diye kıyamete kadar geçerli bizden alınmış bir sözünüz mü var?”[11]

Aslında recmetmek eyleminin, tam olarak zina suçunu isleyenlere karşı uygulanması gereken ceza olup olmadığına ve de en önemlisi recim eyleminin tanımına dair tartışmalar sürmekte iken bu eylemin kullanılıyor olması yine dini inancın sömürülmesine örnektir. Kuran-ı kerimde geçen yukarıdaki alıntıda, İslam dini insanların yazılı olan metinleri istedikleri şekilde yorumlarına ve olmayan kuralları varmış gibi göstermelerine, kendilerine göre gerekçeler ortaya çıkarmalarına da yasak getirmiştir. Yani İslami kurallara böylesine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk nasıl oluyor da bu durumu gözden kaçırıyor? Öyleyse aslında bağlı olunan şey topluluk yapısı ve dışlanma korkusu.

Zehra, Süreyya’ya ölmeden önce ona hikâyesini anlatacağına dair söz veriyor. Olayın ertesi gününde ise arabası bozulduğu için köye uğraması gereken Gazeteci Freidoune’ya her şeyi anlatıyor. Bu durumun ortaya çıkmasını istemeyenler ilk olarak, gazeteciyi kadından uzak tutmaya çalışsa da Zehra bir yolunu bulup onu davet ediyor ve hikâyesini kayda almasını istiyor. Gazeteci çıktığında, katliamın başını çekmiş olanlar durumu tahmin ediyorlar. Adamı durdurup tüm kasetlerini parçalıyorlar. Yaptıklarının aslında dinsel ya da hukuksal hiçbir yasaya uymadığının onlar da farkındalar ve bu durumun ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bu durumu tahmin ettiği için Zehra kaseti kendisi saklıyor ve adam arabasıyla köyün çıkışına yaklaştığında ona geri veriyor. Film, Freidoune Sahebjam’ın gerçek olaylara dayanarak yazdığı “The Stoning of Soraya” adlı kitabından uyarlanarak çekilmiş. Yani Zehra bu katliamı gerçekten tüm dünyaya duyurmuş oluyor. İnternette çeşitli forum sitelerinde yazanlara göre ise film İran’da yasak olduğu gibi Türkiye’de de yasaklanması talep ediliyor fakat reddediliyor.

Bu tür durumlarda neden kadınların birlikte olarak tepki göstermediklerini, ayaklanmadığını anlamak oldukça güç. Yeterli çoğunluğu sağladıklarında ve seslerini duyurduklarında en azından yaşama haklarının bu kadar kolayca ellerinden alınmasına engel olabilirler. Ama ortada çok büyük bir faktör olan din ve inanç var. Onlar da İslam dinine inanıyorlar ve cezaya karşı gelmenin Allah’a karşı gelmek olduğunu düşünüyorlar. Ama bunu emreden din değil, dinsel otoriteyi elinde bulunduranlar. Aslında dinsel otoriteyi ellerinde bulundurmalarında ziyade kalabalığı yanlarına çekmek önemli olan ve bunu yine yukarıda da belirttiğim gibi toplulukçu kültüre özgü olan yapıyla açıklayabileceğimi düşünüyorum. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[12] Yani bireyler günah işlemekten çok yalnız kalmaktan ve grup tarafından cezalandırılmaktan korkuyorlar ve belki de aynı durumu kendileri de yaşamak istemiyorlar. Yine de katliamın kendi başlarına gelebileceği korkusunu da içlerinde yaşıyor ve bir çeşit paradoksal çelişkiye düşüyorlar. 

SONUÇ

                Kadının ikincil konumu, aşağılanışı yeni bir durum olmadığı gibi bitmiş de değil. Özellikle de İslami toplumlarda, her hâlükârda kadının görünümünün ve tavrının cemaatin “gerçek” kimliğiyle uyum içinde olması, onu doğru biçimde yansıtması bekleniyor.[13] Cemaatin gerçek kimliği ise elbette erkekler tarafından belirleniyor ve bu erkeklerin ne çeşit bir vicdan yapısına sahip olduğunu anlamak ise mümkün değil.  Tabi ki bu tür bir vahşet ne dünyanın her yerinde yaşanıyor ne de önüne geçilemez bir durum ama bu yüzyılda böyle vahşi durumlarla karşılanması insan onurunu oldukça zedeleyen bir olgu. Filmin konu aldığı recmetme eyleminin ise hala tartışılıyor olması şaşılası bir durum. Bunun tartışılıyor olması bile insanlık adına yolun çok başında olduğumuzun kanıtlarındandır.

                Filmin ABD yapımı olması durumun oryantalist bir yanında da olduğunu gösteriyor. “Bakın doğuda, İslami topluluklar neler yapıyor ve biz onları size gösteriyoruz.” Tavrı sezilmekle beraber bu tür bir durumu kitap ya da filmle belgelemek için gerekli cesareti diğer ülkelerin bulamamış olması da oldukça muhtemel.

                Ben izlediğim “Sorayayı Taşlamak” adlı filmi kadın sorunu, dinsel otorite, iktidar, iktidarın görünme biçimi, toplulukçu kültürlerde suç ve ceza yapısı konuları ekseninde irdelemeye çalıştım.  Edindiğim izlenim kadın sorunun bu yüzyılda dahi kanayan bir yara olduğu yönünde. Bunu fark etmek için herhangi bir filmi izlemek ya da bir kitabı okumak gerekmiyor. Çevreye bakarak dikkatli bir gözlem yapmak yeterlidir. Ama filmde yaşanan olay sadece kadın değil bir insanlık, insan olma ve olamama meselesi. Vicdan sorgulaması sorunu, vicdanın ne olduğu, inancın ne olduğu, kimde olduğu, kim tarafından yönlendirildiği sorunudur. Dinin toplumu yönlendirmedeki gücü ile toplumu yönlendirmede dinden öte grup psikolojisinin önemi anlatılmaya çalışılmıştır.

KAYNAKÇA


1.Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116, s.128.
2.Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.558.
3.D. Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation of the Woman Question in Turkey” History of Women: Changing Perceptions içinde, Unesco, Paris.  
4.Hulusi Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37, 38, 39 s. 470.
5.Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
6.Manuel Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997, s.7.
7.Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006, s.1450.
8.Payza Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Mayıs 2010, s. 84





[1] Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006, s.1450.
[2] Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
[3] Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.558.

[4] Namus burada yalnızca kadın bedeni üzerinden yapılan cinselliğe dayalı namustur. Bu anlamda namuslu olduğunu düşünen erkekler diğer her türlü namussuzluğu rahatça yapabilmekte ve hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Söz konusu dinsel otorite yaptıklarını günah saymış olsa dahi birtakım hilelerle bu durumlar kendi yararlarına olarak çevrilir.
[5] Manuel Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997, s.7.
[6] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[7] Payza Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Mayıs 2010, s. 84
[8] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 128.
[9] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[10] Şeriat kurallarına göre gerçekten namussuzluk yapan kadın recmedilir deniliyor. Süreyya iftiraya uğramıştır.
[11] Hulusi Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37, 38, 39 s. 470.
[12] Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
[13] D. Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation of the Woman Question in Turkey” History of Women: Changing Perceptions içinde, Unesco, Paris.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder