28 Kasım 2015 Cumartesi

RAKI


Rakının ilk kez Osmanlı topraklarında üretildiği kabul edilmektedir. Bazılarına göre ilk rakı Balkanlar ve Ege adalarında erikten yapılan Ouzo’dur. Tadı Türk rakısına benzeyen bu içkide anason bulunmaz. Bazıları ise Japonların pirinçten ürettikleri sake’nin rakının babası olduğu görüşünü savunsalar da rakının Anadolu’daki öyküsü 300 yıl öncesine dayanıyor. Rakı yunanlıların Osmanlı egemenliğindeyken aldığı bir kelimedir, Türkçeden gelir. Yunan ansiklopedilerinde yunanlıların geleneksel içkisi Uzo’nun mucidi Kirios Stavrakis adlı bir Osmanlı doktoru gösterilmiştir.

Rakının içmenin ayrı bir adabı vardır.
-Özellikle akşamcı dediğimiz kişiler rakıyı gün batmadan içmezler.
-Yalnız içilmez.
-Kederliyken içilmez.
-Rakı gürültü patırtı çıkarmak isteyenlerle, bağıra çağıra konuşanlarla içilmez.
-Rakı bardağı su içer gibi dikerek içilmez, küçük küçük yudumlarla demlenilir.
-Şakadan, nükteden nasibini almamış olanlarla içilmez.
-Rakı dostlarla birlikte sohbet için içilir.
-Rakı sofrasında fazla yemek yenmez. Rakı mezeler eşliğinde içilir.
-Rakı şalgam suyu ve soda ile içilmez.
-Rakı sofrasında rakının yanında bira, şarap gibi içkilere yer verilmez.
-Rakı sofrasında sigara küllüğüne zeytin çekirdeği, sıkılmış limon kabuğu gibi nesneler koyulmaz.
-Sonradan içilen kahve fincanlarının tabağında sigara söndürülmez.
-Asıl rakıcılar rakının içine buz koymazlar. Rakı şişesi buz kovası içinde kendiliğinden soğumaya bırakılır.
-Rakıdan ilk yudum aldıktan sonra bir süre ağızda bekletilir, dişlerin arasından bir nefes alınır, böyle yapılınca akciğerler de rakıdan nasibini alır.

Rakı sofrasında planlı programlı ciddi işler konuşulmaz. Geyik muhabbeti yapılır. Eski anılar tazelenir, yitirilmiş dostlardan söz edilir. Edebiyat ve siyasetten konuşulur. Zaman zaman hükümetler yönetimden düşürülür, sonra tekrar kurulur. Amaç seviyeli hoşça vakit geçirmektir. Ortam karşılıklı konuşmalara fikir alışverişlerine yönelik olduğundan demokratik bir forum özelliği bile taşır. Rakı muhabbetinin grup terapisi olduğunu ileri süren psikologlar da vardır.
           
Rakının kendine özgü birçok mezesi vardır. Beyaz peynir, zeytinyağlılar, patlıcan kızartması, vb. Bir de göz mezesi vardır ki ne olduğunu Yahya Kemal Beyatlı anlatıyor:

Yahya Kemal her akşam sofrasını kuş sütü eksik olmamacasına kurdurursa da çoğuna elini bile sürmezmiş. Bunların hepsinin de hesabını ödermiş. Bir gün şef garson sofrasına kırmızı turp koymayı nedense ihmal etmiş. Bunun gören Yahya Kemal garsonu çağırmış, nerede kırmızı turp diye sormuş.
-Efendim, dikkat ettim her sefer ben koyuyorum, siz elinizi bile sürüyorsunuz?
-Ben sofraya konan her şeyi yemek zorunda değilim, onların bazıları benim göz mezem!

            Rakının sarhoş edeceği anlaşıldığında izin istenip sofradan kalkılmalıdır. Hesap kesildikten sonra meyhane sahibi tarafından müdavimleri ekstradan rakı gönderilmesi adettendir. Buna yolluk denir.

Meyhane

Osmanlı meyhaneleri gedikli ve koltuk olarak ikiye ayrılır.

Gedikli meyhaneler: ruhsatı olan meyhanelerdir. Hepsi büyük yerlerdir. Ya babadan oğula kalır, ya ustadan çırağa devredilir ya da işin ehli olan bir başkasına satılır.

Koltuklar: ruhsatsız. Kaçak meyhanelerdir. Daha sonraları randevu evlerine de bu isim verilmiştir.

Bir de İstanbul’da seyyar içki satan ayaklı meyhaneler vardır. Hepsi Ermenidir. Bellerine ucu musluklu ve içi rakı ya da şarap doldurulmuş uzun bir koyun bağırsağı sararlar. Biri içki istediğinde kuşağının altından musluğu açar, kadehi doldurur, içkiyi sunar. İçkiyi içen ağzını elinin tersiyle siler ve buna “yumruk mezesi” denilir. Meyhaneler yılda bir ay (ramazan ayında)  ayında kapatılır. Barba (meyhane sahibi) çok hatırlı müşterilerinin evine bayramın ilk günü birer büyük kayık tabak içerisinde midye dolması gönderir. Anlamı “unutma bizi”dir. Kagir, kapıları ve pencereleri kemerli, geniş ve biraz loşça yapısı olan meyhanenin, bir tarafında şarap fıçıları tavana kadar yükselir, yanında şarap kovaları sıralanır ve şarap almak için büyük fıçılara sürekli olarak dayalı duran merdivenlerle çıkılırmış. Meyhanecinin "miço" denilen genç çırakları, ellerinde kovalarla bu merdivenleri tırmanıp, fıçılardan ve küplerden içki alarak şişelere ve kadehlere dağıtırlarmış. Gitme vakti geldiğinde de çıngıraklar çalınır müdavimler uyarılırmış.
           
Meyhanelerde mezeciler ve aşçılardan başka çubuk ve nargile içenlerin hizmetini gören ateşçilerin (ateş oğlanları) de bulunduğu, ayrıca, ateş oğlanlarının meyhaneleri dolanıp köçeklikte yaptıkları, yalnız çubuk ve nargilelere ateş koymayıp, cilvelerle, işvelerle müşterileri meyhanelere bağladıkları bildirilmiştir. Bunlar süslerine ve kıyafetlerine özen gösteriyor, ayaklarında kadife tasmalı takunyalar, saçları omuzlarında, çekici kâkülleriyle masaları dolanırlarmış.

İçkicilere hizmet edecek gençleri 18-25 yaşları arasında ve güzel olanlar arasından seçtikleri belirtilmiştir. Sakiler genellikle Rum, Ermeni ve Kıpti asıllılar olmuştur. Ancak Sakızlı Rumlar en makbulü olarak nitelenmiştir. Sakinin, güzel yüzlü, güzel huylu, boyu posu yerinde ve ince dalan olması istenirmiş. Yüzünde Halep çıbanı dışında hiçbir çıban, yara bere ve et beni bulunmamalıymış. Dişleri temiz ve sağlam, dudaklarının kırmızısı görünen, ağzı ancak çorba kaşığı girebilecek kadar küçük, kirpikleri uzunca ve kıvrık, parmakları uzun ve ince yaratılmışı en makbulüymüş.

Terbiyeli, sır tutar, duyduklarını işitmez, gördüklerini bilmez, sezdiklerinin farkına varmaz olmalıymış. Saki, meyhanede sadece "mey sunma" ile kalmamış, o dönemlerde meyhane müdavimlerinden bazılarının cinsel açlığını da gidermişdir. Bu hizmeti bazen ateş oğlanları da yerine getirmiştir. Meyhane müdavimine içki sunduktan sonra adet olduğu üzere bir de öpücük verirlermiş.


İlhan Eksen'e göre meyhaneler şu özellikleri ile diğer içki içilen yerlerden ayrılmasını sağlar.
1. Meyhaneye karın doyurmaya gidilmez. Sıcak ana yemek ve tencere yemekleri bulunmaz.
2. Meyhanede içkinin yanında yiyecek olarak çeşitli mezeler sunulur. Mezelerin çeşidi
oldukça fazla, miktarları azdır.
3. Meyhanede mezeler listeden değil görerek tepsiden, tezgâhtan veya vitrinli dolaptan
seçilir.
4. Rakı sofrası sadece damaklarda kalması gereken bir tatlar toplamı değildir. "Sofra
donatmak" meyhane geleneğine özgü bir uygulama olup işlevi, görsel olarak mideyi ve beyni
rakı törenine hazırlamaktır.
5. Meyhaneler gündüz saatlerinde boştur.
6. Meyhane saygılı bir ortam, her müşteri adeta bir kraldır. Meyhaneci veya şef
garson müşteriyi büyük bir saygı ile karşılar, oturacağı masaya kadar eşlik eder, müşteri de
tanısın tanımasın diğer masalarda oturanları selamlar.
7. Meyhanelerde, soğuk mezelerin çoğu taze olarak günlük hazırlanır ve tüketilir.
Sıcak mezeler ise önceden hazırlanmaz, pişirilir pişirilmez servis yapılır. Meyhanelerin
bulunduğu yerler civarında bazı özel mezeleri satmak veya hazırlamakta uzmanlaşmış esnaf
varsa müşterilerin midye dolma, kokoreç, lakerda, pastırma, buzlu badem ve taze ceviz gibi
mezeleri dışarıdan satın alıp getirmelerine hatta bu esnafın içeri girip masalarda satış
yapmasına izin verilir.
8. Eski gündelik yaşantımızda erkeklerin iş dönüşü yolları üstündeki meyhaneye
bugünkü deyimle "takılmaları"  içkinin yanında meze yiyip akşam yemeğini mutlaka evlerinde aileleri ile yemeleri esas olduğundan meyhanelerde ana yemek bulunmazdı. Bugün yinede isteyenler için ızgara et veya balık devamlı hazır bulundurulmaktadır.
9. Meyhanede insanların aralarında konuşmaya engel olmayacak kadar yükseklikte bir
sesle müzik çalınabilir. Çoğu kişi için buna en uygun olanı da Türk Sanat Müziği'dir. Ancak
günümüzde bazı meyhane ve benzerlerinde devamlı açık olan maç yayını veya müzik yayını
yapan televizyonlar bulunmaktadır.

Meyhane ve içmekle ilgili kural ve ritüeller, modern çağa çok eski bir geçmişten ulaşan kalıntılardır. Gerçekten de meyhane, yaşamın diğer alanlarından büyük ölçüde kaybolmuş arkaik davranış biçimlerinin korunduğu bir tür rezervuar olarak nitelenebilir.

Meyhaneden bara geçiş ise şu şekilde olmuştur:

Koltuk meyhanelerinden zaman içerisinde "balozlar" türemiştir. Balozlar, tam bir
batakhane, berduş takımının gittiği sefil yerler olmuştur. Buralar kaçak olarak işletilip,
denetimden uzak, müzikli, salaş yerler olup, 18 yaşından 40 yaşına kadar kadınların görev
yaptığı pavyonlardır. Hayat kadınları, "prime ur" şarapla konsomatrislik yaparak çalışırlarmış.
Balozlar zaman içinde denetim altına alınarak "saz" haline dönüşmüştür. Daha sonra devreye
yavaş yavaş gazinolar girmeye başlamıştır.

1800'lü yılların sonlarında Beyoğlu'nda "Kafe Şantan" (Café Chantant) adı verilen daha çok yabancıların tercih ettiği, atraksiyon, revü, skeç ve pandomim gösterilerinin yapıldığı bir çok eğlence yeri açılmıştır. (Alhambra, Mardas, Büyük Alkazar, Kristal Palas...) Ardından kabareler de açılmaya başlamış ve ilk Amerikan barlar burada yer almıştır.
Kafe Şantan ve kabare barlar yeni eğlence ve içki alışkanlıkları doğurmuştur. I. Meşrutiyet'e (1876) kadar içki sadece meyhanelerde içilirken daha sonra rakı ve şarap servisinin yapıldığı meyhaneler kendi aralarında sınıfa ayrılmışlardır.
II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra içki yasağının gevşemesiyle içki üretim ve tüketiminin artması eğlence sektörünü etkilerken, dönemin Beyoğlu semti adeta küçük bir Paris haline gelmiştir.

Galatasaray'da açılan ilk birahaneyi 1911'de ilk bar, "Garden Bar", takip eder.
1918-1920 yılları arasında Beyaz Rusların gelmesiyle eğlence değişik bir kimlik kazanır. Sarı votka ile tanışılır. Rus kızları "Harço"lar (bugünün tabiriyle Nataşalar) hosteslik yaparlar.
Beyoğlu'nda ön yakada eski düşesler votka sunarken, arka yakada Odessa ve Kiev
genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlarlar.

1940'lı yılların sonu ve 1950'lilerde bar, pavyon, gazino ve gece kulüpleri birer birer yerlerini almaya başlamışlardır. Günümüzde gerek Kur'an-ı Kerim'in alkol (şarap-hamr: açıkça haram olan içki şarap olarak belirtilmiştir) yasağından sıyrılmaya olanak sağlaması, gerek daha ucuz, gerekse de damıtık bir içki olmasından dolayı artık meyhaneler neredeyse sadece rakı içilen yerlere dönmüştür. Her dönem batı içki kültürü doğudan, doğu içki kültürü de batıdan etkilenmiştir. Bunun içinde aslında şarap içilen (ve satılan) yer olan meyhane önce rakıya, sonra da yavaş yavaş bara yenik düşmüştür.

Meyhaneler 1970-1980’lerden sonra yavaş yavaş azalmışlar, yerlerini modern restoranlar ve barlar almıştır. İlhan Eksen’e göre genelde bar ortamı gürültülü ve kalabalıktır. İnsanların çoğu ayaktadır. Genellikle tüm içki ve kokteyller bulunur. Meze olarak sadece kuru yemiş, salatalık ve havuç bulunur. Meyhaneye oranla daha çok kadın bulunur hatta bazılarına bayansız girilmez. Ortam sohbet etmeye pek uygun değildir.

1990’larda İstanbul’da meyhane geleneğini yaşatmaya çalışan yerler arasında Kumkapı, Yeniköy, Tarabya, Asmalımescit, Balat, Tarlabaşı, Tepebaşı, Sütlüce, Moda, Pangaltı, Yeşilköy ve Beyoğlu Çiçek Pasajı ve Nevizade’deki meyhanelerin sayılabileceği
bildirilmiştir.

            Sonuç olarak:

            Rakı içimi ve meyhane ortamı yanında birçok kültürel ögeyle birlikte var olmuştur. Bu ögeler bizim Türk toplumsal hayatında gözden kaçırdığımız birçok farklı ipuçlarına sahiptir. Toplumların eğlence hayatları aslında onları çözümlememizdeki kilit noktadır.

Çeşitli ülkelerde yaşayan alkol kullananların benzer kişilik ve aile yapıları, ortak grup
amaçları, davranışları, değerleri ve tutumları göz önünde tutulursa günümüzde bunların ortak
bir kültürün etkisi altında kaldıklarını kabul etmek gerekir. Bu insanlık tarihi boyunca değişik
coğrafyalarda oluşmuş alkol kültürünün, çağımızın kitle iletişim ve haberleşme (basın-yayın,
televizyon, sinema, internet) araçlarından yararlanarak oluşturduğu yeni bir kültür bileşimidir.
Bu araçlarla kıt adan kıt aya, ülkeden ülkeye, toplumdan topluma hızla yayılmaktadır.
           
2006’dan bu yana aralık ayının ikinci cumartesi günü “Dünya Rakı Günü” olarak kutlanmakta. Rakı gününde tüm meyhaneleri doldurmak ve rakı kültürünü yaşatmak dileğiyle.



 KAYNAKLAR:

 Alkol Kültürü, Tarihsel süreç ve Meyhane Kültürü
(Dr. Fatih Öncü, Dr. Kültegin Ögel, Dr. Duran Çakmak)

Genç Haber Türk, Dünya Rakı Günü, Erdem Yücel





26 Kasım 2015 Perşembe

SORAYA'YI TAŞLAMAK - İnceleme

SPOİLER İÇERİR!

Kitleleri harekete geçirmekte kullanılan en geçerli yollardan birisi dini inançlardır. İnsanlar çoğu zaman bağlı bulundukları dinsel otoriteye itaat ederler. Ve bazı insanlar çıkarları doğrultusunda kitleleri dinsel inanç adı altında peşlerinden sürüklerler. Toplumlar söz konusu din olduğunda tek başlarına yapamayacakları birçok eylemi yapabilme cesaretini gösterirler. Bu eylemler, insanlık dışı eylemler dahi olabilir. Grup halinde hareket edildiği zaman bireyler daha acımasız olabilirler. Guruptan atılma korkusu onları vahşice eylemler yapmaya sürükleyebilir. Recim gibi. Recim Türkçe sözlükte kısaca şöyle geçiyor: “Şeriat düzeninde bir insanı taşa tutarak öldürme cezası”[1] elbette bu insan çoğunlukla kadın oluyor. Kadınların, konu suç ve ceza olduğunda düşünülmeden katlediliyor olması sadece İslam topluluklarına özgü olmasa gerek. Tarih boyunca kadının çoğu zaman ikincil konumda olduğu gerçeği biliniyor.

Toplulukçu kültürlerde bir takım kararlar alındığında bunu topluluğa uygulamak çok daha kolay olur. Bireyci kültürlerde kişinin çıkarları grubun çıkarlarından daha önemliyken, toplulukçu kültürlerde grup çıkarları bireyin düşünce ve davranışlarını yönlendirir. Toplulukçu kültürlerin insanları, grupların onayını almayı bireyci kültürden insanlara göre daha fazla önemserler ve alamazlarsa da utanç duygusu yaşarlar. Bireyci kültürden bir kişi gruptan özerk olma ve birey olma gereksinimine daha fazla sahiptir. Bu farklı kültürel yönelimlerden çıkarılan sonuç, toplulukçu kültürden olan kişilerin bireyci kültürlerden olan kişilere oranlara daha fazla uyma davranışı gösterecekleri yönündedir. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[2]  Bu tür durumlarda olgunluk çoğu zaman size ya da bireysel vicdanınıza uygun olanı değil grubun vicdanına uygun olanı seçmekten hatta benimsemekten geçiyor.

 İslam toplumlarında ise bu durum çok daha kolay. Çünkü benimsediğiniz şey aynı zamanda alsa sorgulamamanız gereken dininizin emirlerini uymak oluyor. Bu ise sizi tanrınıza bir adım daha yaklaştırıyor ve belki cennetteki yerinizi sağlamlaştırıyor. İslam dininde Allah’ı sorgulamak günahtır ve dolayışıysa Allah’ın emirlerini de öyle. Sosyal normlar, belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkında yol göstericiliği olan ve beklenilen davranış yapılmadığı zaman ceza verici bir tepki doğurarak yaptırım gücü yaratan kurallar olarak tanımlanabilir. Yaptırıp gücü en hafifi tasvip etmemeyi gösteren dudak bükmeden başlar, gruptan atılma ve ölüme kadar gider.[3] Yani eğer inandığınız şeyi tam olarak bilmiyor ve bildiğini düşündüğünüz kişilere gözü kapalı olarak itaat ediyorsanız bu durum dinsel inançtan daha çok grup psikolojisinden ve dışlanma korkusundan ileri geliyordur.

SORAYA’YI TAŞLAMAK


Erkek egemen toplumlarda en önemli şeylerden birisi “namus”[4] tur. Bu yüzden kadınlar namuslarını kirletecek herhangi bir şey yaptığında, bunu temizlemek için ellerindeki tüm yetkiyi kullanırlar. İslami topluluklarda ise erkeklerin eline bu anlamda verilmiş çok geçerli şeriat kanunları vardır. Namussuzluk yapan kadını recmetmek da bunlardan birisidir. Filmde taşlanan Süreyya masumdur, iftiraya uğramıştır ama onun masum olması yapılan eylemin bu nedenle yanlış olduğunu göstermez. Taşlanan kadın suçlu olsa dahi, bu tür insanlık dışı eylemler ne dinsel inanç ne de başka bir otorite gösterilerek yasal kılınamaz.

Castells’in “direnmeci kimlikler” içinde sınıflandırdığı dinsel kimlikte, anlam arayışı cemaatçi ilkeler etrafında savunmacı bir kimlik kurgulanması sürecinde oluşuyor. Üstelik dinsel kimlik, Batı’da yaygın olan inancın aksine salt İslam’la sınırlı olmadığı gibi,[5] her iki durumda da geleneğe dönerek değil, geleneksel malzeme üzerinde “çalışılarak” yeni bir kutsal dünya yaratılmasına dayanıyor.[6] Filmde Süreyya’nın kocası da geleneksel malzeme üzerinde çalışarak var olan şeriat kuralını çıkarı doğrultusunda uygulatıyor. Karısından boşanmak ve kendisinde yaşça çok küçük olan bir kız çocuğuyla evlenmek istiyor fakat karısı boşanmayı kabul etmiyor, eğer boşanırlarsa kız çocuklarının ve kendi geçimini sağlayabileceği herhangi bir geliri yok. Buna paralel zamanda komşulardan Haşim’in karısı vefat ediyor. Molla, Muhtar ve Süreyya’nın kocası karar alarak Haşim’in ev işlerine Süreyya’nın yardım edeceğini söylüyorlar. Süreyya para karşılığında ev işleri yapmayı kabul ediyor. Bunu fırsat bilen molla ve Süreyya’nın eşi durumu aleyhlerine çevirmek için dedikodu çıkarıyorlar. Süreyya’nın Haşim’le ilişkiye girdiğini ve namussuz olduğunu söylüyorlar. Böylece Süreyya’dan kısa sürede kurtulmuş olacaklar. Haşim’i de tehdit edip yalancı şahitliğini alıyorlar ve muhtar tarafından Süreyya’nın recmedilmesine karar veriliyor. Ne oğulları ne de babası Süreyya’nın yanında olmuyor, onun suç işlediğine inanıyorlar. Böylece var olan dinsel yasa üzerinde çalışılarak birtakım kişilerin çıkarlarına yarar biçimde kullanılıyor.

Bu duruma karşı çıkan kişi ise Süreyya’nın halası Zehra. Zehra muhtarı uyarıyor, aldıkları kararın bir komplo olduğunu, geçerliliği olmadığını söylüyor. Zehra karakteri filmde var olan düzene, dinsel otoriteye karşı gelmeden başkaldırıyor. Alınan yanlış kararları sorguluyor ve yaşından dolayı kararların düzeltilmesi adına diğer kadınlardan biraz daha fazla konuşabiliyor. Yine de çoğu zaman susturuluyor ve tehdit ediliyor. Zaten İran’da bu anlamda kadının sesi olmadığı da filmde geçen bir diyalogda yer alıyor. Kararlar erkekler tarafından veriliyor, ilan ediliyor ve uygulanıyor ama kadınların hiçbir sorgulamaya kalkışmasına izin verilmiyor.

Küçük çocukları toplum tarafından ne kadar kolay şekillendirildiğini de film de görmek mümkün. Oyun oynamaları gereken yaşta, ellerinde taşlarla annelerini taşlıyorlar tıpkı günümüzde de birçok eylem de çocukların ön plana sürüldüğü gibi onlar da kullanıyorlar. Çocuklar masumiyet ve sevginin simgesi. Bu nedenden ötürü olsa gerek, başta annesine düşman olan büyük oğlu ki babası tarafından dolduruluyor annesini kanlar içinde görünce ağlamaya başlıyor. Taşlama[7] adlı öykü de geçtiği gibi taş yığını artık mezar oluyor. Süreyya’nın cesedinin gömülmesine bile izin verilmiyor.

İnançlarına körü körüne bağlı bu insanlardan biri olan muhtar, kararı verdiğinde tanrısından bir doğru yapıp yapmadığına dair bir işaret istiyor. Filmde işaret olarak gösterilen ilk şey çok dikkat çekici, tam recim başlayacağı sırada köye sirk ekibi geliyor. Hiçbir şeyden haberleri olmadığı çıkıp gösteriye başlamaya hazırlanıyorlar ama durumu öğrenince eylemin bitmesini bekliyorlar. Diğer herkes gibi onlar da sesini çıkaramıyorlar ve Süreyya’nın katlinden sonra da ekip gösteriler yapıyor. Namusu temizlenen insanlar ise kutlamaya katılıyorlar. Aslında bu durum, bu tür olaylara insanların ne kadar alışık olduğunu ve bir kadının ölümünün bile ölümden sayılmadığını gösteriyor. Kadının adı yok. Bu işareti gören muhtarı kılı kıpırdamıyor. İnançlarına böyle bağlılar ama nedense sadece işlerine geldiği zaman.

Bu nedenle dinsel inancın cahil kitleleri yönlendirmek adına birtakım azınlığın kullandığı bir çeşit otorite olduğunu söylemek mümkündür. Kadının kocasına itaatsizliği, aynı zamanda ailenin ve topluluğun bekçisi durumunda olan erkeğe itaatsizlik anlamına geldiği için, İslami hiyerarşiyi tehdit eden bir şeydir. Bu durumda kadın, yalnızca kocasına değil, ümmete, ümmetin cisimleştirdiği akla ve düzene itaatsizlik etmiş sayılır.[8] Kişiliğin ataerkil dayanakları yıkılınca, ailenin ve cemaatin aşkın değeri, “tanrı iradesi” olarak yüceltiliyor.[9] Her iktidar biçimi gibi bu olayda da, otorite sarsılan gücünü yeniden kazanmak için katliamı tüm halkın gözü önünde ve tüm halkın katılımıyla gerçekleştiriyor. Bu diğer kadınlara bir ders verme amacını güderken, erkeklere güç ve cesaret veriyor, erkek çocukları ise eğitiyor. Toplumsal güdülenme öyle yüksek ki kendine evine kapatmış olan Haşim dahi evinden alınıp taş atmaya getiriliyor. Filmdeki ender, vicdana sahip erkek Haşim taş atmıyor ve geri dönüyor. Ertesi gün de Süreyya’nın kocasının istediği kadınla evlenemediğini öğrenince (kadının babası idam edilmiş olduğu için) her şeyin boşuna yapıldığını anlıyor ve kendisine zorla yalancı şahitlik yaptırdıklarını itiraf ediyor. Ama bu itiraf bile muhtarın vicdanını birazcık rahatsız etmekten öteye gidemiyor, kimsenin suç işlediği ve cezalandırılması gerektiği düşünülmediği gibi olayın örtbas edilmesi için çaba harcanıyor. Dün yaşanan insanlık dışı eylem, İslami kurallara göre yanlış[10] olduğu halde durum çabucak sindiriliyor.

“Ne oluyor size! Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz? Ki ondaki keyfinize göre hükümler sizindir. Yoksa dilediğinizi yapabilirsiniz diye kıyamete kadar geçerli bizden alınmış bir sözünüz mü var?”[11]

Aslında recmetmek eyleminin, tam olarak zina suçunu isleyenlere karşı uygulanması gereken ceza olup olmadığına ve de en önemlisi recim eyleminin tanımına dair tartışmalar sürmekte iken bu eylemin kullanılıyor olması yine dini inancın sömürülmesine örnektir. Kuran-ı kerimde geçen yukarıdaki alıntıda, İslam dini insanların yazılı olan metinleri istedikleri şekilde yorumlarına ve olmayan kuralları varmış gibi göstermelerine, kendilerine göre gerekçeler ortaya çıkarmalarına da yasak getirmiştir. Yani İslami kurallara böylesine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk nasıl oluyor da bu durumu gözden kaçırıyor? Öyleyse aslında bağlı olunan şey topluluk yapısı ve dışlanma korkusu.

Zehra, Süreyya’ya ölmeden önce ona hikâyesini anlatacağına dair söz veriyor. Olayın ertesi gününde ise arabası bozulduğu için köye uğraması gereken Gazeteci Freidoune’ya her şeyi anlatıyor. Bu durumun ortaya çıkmasını istemeyenler ilk olarak, gazeteciyi kadından uzak tutmaya çalışsa da Zehra bir yolunu bulup onu davet ediyor ve hikâyesini kayda almasını istiyor. Gazeteci çıktığında, katliamın başını çekmiş olanlar durumu tahmin ediyorlar. Adamı durdurup tüm kasetlerini parçalıyorlar. Yaptıklarının aslında dinsel ya da hukuksal hiçbir yasaya uymadığının onlar da farkındalar ve bu durumun ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bu durumu tahmin ettiği için Zehra kaseti kendisi saklıyor ve adam arabasıyla köyün çıkışına yaklaştığında ona geri veriyor. Film, Freidoune Sahebjam’ın gerçek olaylara dayanarak yazdığı “The Stoning of Soraya” adlı kitabından uyarlanarak çekilmiş. Yani Zehra bu katliamı gerçekten tüm dünyaya duyurmuş oluyor. İnternette çeşitli forum sitelerinde yazanlara göre ise film İran’da yasak olduğu gibi Türkiye’de de yasaklanması talep ediliyor fakat reddediliyor.

Bu tür durumlarda neden kadınların birlikte olarak tepki göstermediklerini, ayaklanmadığını anlamak oldukça güç. Yeterli çoğunluğu sağladıklarında ve seslerini duyurduklarında en azından yaşama haklarının bu kadar kolayca ellerinden alınmasına engel olabilirler. Ama ortada çok büyük bir faktör olan din ve inanç var. Onlar da İslam dinine inanıyorlar ve cezaya karşı gelmenin Allah’a karşı gelmek olduğunu düşünüyorlar. Ama bunu emreden din değil, dinsel otoriteyi elinde bulunduranlar. Aslında dinsel otoriteyi ellerinde bulundurmalarında ziyade kalabalığı yanlarına çekmek önemli olan ve bunu yine yukarıda da belirttiğim gibi toplulukçu kültüre özgü olan yapıyla açıklayabileceğimi düşünüyorum. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde, bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Tam tersine kişiden beklenen budur ve olgunluk belirtisidir.[12] Yani bireyler günah işlemekten çok yalnız kalmaktan ve grup tarafından cezalandırılmaktan korkuyorlar ve belki de aynı durumu kendileri de yaşamak istemiyorlar. Yine de katliamın kendi başlarına gelebileceği korkusunu da içlerinde yaşıyor ve bir çeşit paradoksal çelişkiye düşüyorlar. 

SONUÇ

                Kadının ikincil konumu, aşağılanışı yeni bir durum olmadığı gibi bitmiş de değil. Özellikle de İslami toplumlarda, her hâlükârda kadının görünümünün ve tavrının cemaatin “gerçek” kimliğiyle uyum içinde olması, onu doğru biçimde yansıtması bekleniyor.[13] Cemaatin gerçek kimliği ise elbette erkekler tarafından belirleniyor ve bu erkeklerin ne çeşit bir vicdan yapısına sahip olduğunu anlamak ise mümkün değil.  Tabi ki bu tür bir vahşet ne dünyanın her yerinde yaşanıyor ne de önüne geçilemez bir durum ama bu yüzyılda böyle vahşi durumlarla karşılanması insan onurunu oldukça zedeleyen bir olgu. Filmin konu aldığı recmetme eyleminin ise hala tartışılıyor olması şaşılası bir durum. Bunun tartışılıyor olması bile insanlık adına yolun çok başında olduğumuzun kanıtlarındandır.

                Filmin ABD yapımı olması durumun oryantalist bir yanında da olduğunu gösteriyor. “Bakın doğuda, İslami topluluklar neler yapıyor ve biz onları size gösteriyoruz.” Tavrı sezilmekle beraber bu tür bir durumu kitap ya da filmle belgelemek için gerekli cesareti diğer ülkelerin bulamamış olması da oldukça muhtemel.

                Ben izlediğim “Sorayayı Taşlamak” adlı filmi kadın sorunu, dinsel otorite, iktidar, iktidarın görünme biçimi, toplulukçu kültürlerde suç ve ceza yapısı konuları ekseninde irdelemeye çalıştım.  Edindiğim izlenim kadın sorunun bu yüzyılda dahi kanayan bir yara olduğu yönünde. Bunu fark etmek için herhangi bir filmi izlemek ya da bir kitabı okumak gerekmiyor. Çevreye bakarak dikkatli bir gözlem yapmak yeterlidir. Ama filmde yaşanan olay sadece kadın değil bir insanlık, insan olma ve olamama meselesi. Vicdan sorgulaması sorunu, vicdanın ne olduğu, inancın ne olduğu, kimde olduğu, kim tarafından yönlendirildiği sorunudur. Dinin toplumu yönlendirmedeki gücü ile toplumu yönlendirmede dinden öte grup psikolojisinin önemi anlatılmaya çalışılmıştır.

KAYNAKÇA


1.Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116, s.128.
2.Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.558.
3.D. Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation of the Woman Question in Turkey” History of Women: Changing Perceptions içinde, Unesco, Paris.  
4.Hulusi Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37, 38, 39 s. 470.
5.Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
6.Manuel Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997, s.7.
7.Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006, s.1450.
8.Payza Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Mayıs 2010, s. 84





[1] Püsküllüoğlu Ali, Türkçe Sözlük, Can Yayınları, 2006, s.1450.
[2] Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
[3] Cüceloğlu Doğan, İnsan Ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008, s.558.

[4] Namus burada yalnızca kadın bedeni üzerinden yapılan cinselliğe dayalı namustur. Bu anlamda namuslu olduğunu düşünen erkekler diğer her türlü namussuzluğu rahatça yapabilmekte ve hiçbir rahatsızlık duymamaktadırlar. Söz konusu dinsel otorite yaptıklarını günah saymış olsa dahi birtakım hilelerle bu durumlar kendi yararlarına olarak çevrilir.
[5] Manuel Castells, The Power of Identity, Blackwell, 1997, s.7.
[6] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[7] Payza Halit, Taşlama, Varlık Yayınları, Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Mayıs 2010, s. 84
[8] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 128.
[9] Berktay Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, Kimlik Politikasının Sınırlar ve İslamcı Kadın Kimliği, Metis Yayınları, 2003, s. 116.
[10] Şeriat kurallarına göre gerçekten namussuzluk yapan kadın recmedilir deniliyor. Süreyya iftiraya uğramıştır.
[11] Hulusi Ahmet, Kuran-ı Kerim Çözümü, Kalem Suresi, 36, 37, 38, 39 s. 470.
[12] Kağıtçıbaşı Çiğdem, Günümüzde İnsan Ve İnsanlar, Sosyal Etki Ve Uyma, Evrim Yayınevi, İstanbul, 2008, s.97.
[13] D. Kandiyoti, “From Empire to Nation State: Transformation of the Woman Question in Turkey” History of Women: Changing Perceptions içinde, Unesco, Paris.   

25 Kasım 2015 Çarşamba

SIRADAN İNSANIN KAHRAMANLIĞI

Marshall Berman, modernliği dünyanın her köşesinde insanlarca paylaşılan bir deneyim tarzı olarak tanımlıyor. Modern olmanın paradoks ve çelişkilerle dolu bir hayat sürmek olduğundan söz ediyor. “Modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vadeden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi” cümlesiyle de bu çelişkisel ve paradoksal durumu açıklıyor.

George Sımmel ise bu çelişkilerin doğurduğu sorunların metropol insanını duyarsızlaşmaya ittiği görüşünde. Kişiler her şeyin değerini “kaç para?” sorusuyla ölçer duruma geliyor. “Bazı kişiler kendilerini ancak bütün nesnel dünyayı değersizleştirme pahasına koruyabilirler. Ama bu da sonuçta kaçınılmaz olarak onların kendi kişiliklerinin de aynı değersizlik hissi içine sürüklenmesine yol açar.” İşte bu tür paradoksal yaşam ve bunun içindeki bireyin bireyselliğini koruma çabası, kişileri farklı olma zorundalığı içinde bırakıyor. Herkes bir konuda uzman ve vazgeçilmez olmaya çalışırken diğer konularda diğer insanlara bağımlı duruma geliyorlar. Belki bu yüzden modernizm içindeki bireyin asıl kahramanlığı sıradan bir hayat sürmektir. Gündelik yaşamın içinden alnının akıyla çıkmaktır belki de modern olmak.

Aslında günümüzde modernlik olabildiğince sıradan ve aynı görünmek. Mobilyalar ve ev dekorasyonu üzerinden gidersek birbirinin aynı ve olabildiğince sade çizgilerle tasarlanmış ev eşyalarının hızla dünyanın farklı ülkelerinde birçok insanın evlerini doldurmaya başladığını görüyoruz. Modern olmak farkındalığın aynılığı gibi. Farklı görünmek o kadar “moda” oldu ki bir noktadan sonra herkes aynı şekilde farklı görünmeye başladı. İşte bu durum modernizmin girdabı. Bireyin, bireyselliğini koruma çabasıyla, git gide içinde bulunduğu “demir kafes” (Weber) tarafından biçimlendiriliyor olması durumu.


Modern hayat içinde her şey öyle hızlı tüketilip gidiyor ki, modernizmin aslında yeni ortaya çıkan şeylerin tutunabilme çabasından ibaret olabileceğini düşünmeden edemiyor insan. Dolasıyla Berman’ın dediği gibi modernizm, modern insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar olarak tanımlanabilir.  

24 Kasım 2015 Salı

ANTİCHRİST (DECCAL) - LARS VON TRİER

Spoiler içerir!


Çoğu alt veya orta kalite filmde, filmin izleyici kitlesini garanti altına almak için kadın bedeni özellikle de kadın memeleri kullanılır. Yerli yersiz, tam da sıkılmaya başladığınız bir anda, o ana kadar filmde hiç dikkatinizi çekmemiş bir hatunun memeleri ekranı kaplar.

Evet,  Antichrist “açık seçik” sahnelerle dolu. Ama bu sahnelerin hiç birinde tam da sıkılmaya başladığımız anda kadın memesi görmüyoruz. Hiç beklemediğimiz bir anda sex yapan şiddet ve tutku dolu bir çift, haykıran bir kadın bedeni görüyoruz.

Hikâye, küçük oğullarının çiftimizi sevişirken görmesiyle başlıyor.  Hazin bir kaza sonucu çocuklarını kaybeden çift yas sürecine giriyorlar. Yası daha yoğun yaşayan kadın terapist olan kocası tarafından tedavi edilmek üzere orman evine götürülüyor. Erkek yaşadığı acıyı, kendini kahraman rolüne adayarak yenmeye çalışıyor. Ama başarılı olamıyor. Eşi iyileşmek şöyle dursun daha da kötüye gidiyor. Orman acı, şehvet, günah ve karanlıkla doluyor. Kadının tüm bilinçaltı ormanda su yüzüne çıkıyor. 

Kadının, oğlunun düşüşünü gördüğünü ve bir şey yapmadığını sonradan öğrenen bizler ona kızmaya başlıyoruz. İlerleyen süreçte ise yaptığı tüm onaylayamadığımız davranışlarını suçluluk duygusu yüzünden yaptığını düşünüp onu affediyoruz. 

Oysa kadının suçluluğu duyduğu şey, suçluluk duyması gerekirken duyamamasının suçluluğudur. Kadının anne olduğunda şehvetli olmaması gerekirken arzu dolu olduğu için duyması gereken suçluluğu duymadığı suçluluktur. 

Evet, kadınlar kutsal annelik bağıyla ailesine ve erkeğine daha da sıkıca bağlandığında, yine şehveti damarlarında hissederler ama duydukları suçluluk hissi onları rahatlatır. 

Filmdeki anne ise suçluluğu aslında kendisinin duymadığını yüzyıllardır kadınlara hissettirilmeye çalışılan dogmalar yüzünden olduğunu bilir. Bu yüzden de hissedemez. Duyguları çıkmaza girdiğinde ise kendi cinsiyle yüzleşmeye çabalar, kadınların doğaları gereği birer şeytan olduklarını düşünür. İçine girip çıktığı bu girdap sırasında ara ara eşine bazen de kendine katlanılması güç fiziksel cezalar verir.


Bilinçdışının su yüzüne çıkması hepimiz için can yakıcıdır, bu yüzden egomuz vardır. Ama filmde yaşanan acı öylesine büyüktür ki bilinçdışı tamamen özgür kalır. Koskoca bir orman olarak gözlerimizin önüne serilir. Eğer hazırsanız Antchrist izlemeye değer gerilim dolu bir Lars von Trier filmidir.  

YENİ MEDYA

Medya günümüzde en etkin iletişim ve pazarlama aracıdır. Bir ürünün pazarlanması gerekiyorsa, mutlaka medya yoluyla bilinirliği artırılmalıdır. Aynı şekilde bir olayın duyurulması, bir kişinin tanıtılması vs. medya yoluyla yapılmaktadır.

 İnternet için ilk adım, ABD Savunma Bakanlığı’nın, bilim ve teknolojinin orduya en iyi şekilde uygulanması amacıyla ARPA-NET (Advanced Research Project Agency- Network) Projesini başlatmasıyla atılmıştır. ABD Savunma Bakanlığı İleri Araştırma Ajansı'nın 2 Eylül 1969 tarihinde başlattığı, dört bilgisayarı kapsayan küçük bir projeyle ARPA-NET kurulmuştur. Bu projeyle, California'da (3) ve Utah eyaletinde (1) bilgisayarı birbirine bağlayan bilim adamlarının amacı, değişik yerlerde bulunan askeri üslerin birbirleriyle haberleşmesini ve bilgi alışverişini sağlamaktı. Kısa sürede bu ağ geliştirilerek, ağa bağlı bilgisayar sayısı 15’e çıkarılmıştır. (Mustafa Bostancı, 2010)
 1970’lerde başlayan ve 1990’lardan sonra hızla devam eden internet kullanımı, web sitelerinin, portalların yaygınlaşmasıyla kullanıcı sayısını artırmış, 2000’li yıllarda sosyal medyanın işlerlik kazanmasıyla her kesimden insanı ilgilendirecek noktalara ulaşmıştır. (Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, 2010)

Durum böyleyken yeni medya dediğimiz sosyal medya hızla ilerlemiştir. Sosyal medya, sürekli güncellenebilmesi, çoklu kullanıma açık olması, sanal paylaşıma olanak tanıması vb. açısından en ideal mecralardan biri olarak kendini göstermektedir. (Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, 2010) Sosyal medyanın gücü televizyon, gazete ve radyonun gücüyle karşılaştırılamaz boyutlara ulaşmıştır. Yeni medya kavramı 1970’lerde, bilgi ve iletişim tabanlı araştırmalarda, sosyal, psikolojik, ekonomik, politik ve kültürel çalışmalar yapan araştırmacılar tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. (Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, 2010) Bu yeni medya sayesinde her kesimden insan medyada aktif rol oynayabilmektedir. Hemen her konuda birbirine ulaşması daha önce mümkün dahi olmayan insanlar iletişime geçebilmektedir. Genellikle geleneksel medya enformasyonun yayınlanması için belirli kaynaklara ihtiyaç duyarken, bilgiyi yayınlamak veya erişmek için sosyal medya göreceli olarak masrafsızdır ve erişim araçları herkese açıktır (bireyler bile kullanabilir). (Mustafa Bostancı, 2010) Örneğin Twitter’da odun adam takma adıyla yer alan kişi rahatça Melih Gökçek ile iletişime geçebilmektedir. Dünya’da isyanlar çıkmakta ve örgütlenmeler sosyal medya aracılığıyla yapılmaktadır. Sosyal medyanın iletişimdeki gücü muazzam boyutlara ulaşmıştır.

Ülkemizde ise 2013 yılı Mayıs ayında başlayan ve etkisi devam eden Gezi Parkı olaylarında örgütlenme sosyal medya aracılığıyla yapılmıştır. Öyle ki toplum yeterli bilgi alamadığı için eski medyaya sitemde bulunmuş ve hatta televizyon binaları önünde eylemler çıkmıştır. Sosyal medyanın gücü hükümeti dahi şaşırtmış ve yasaklanmalara sebebiyet vermiştir.

Eski medya ile yeni medya arasındaki farklara kısaca değinmek istersek şöyle diyebiliriz. Erişim: Hem geleneksel hem sosyal medya herkesin genel bir kitleye ulaşabilmesine olanak tanır. Erişilebilirlik: Sosyal medya araçları herkes tarafından az ve sıfır maliyetle kullanılabilir. Kullanılırlık: Sosyal medyada herkes üretimde bulunabilir. Yenilik: Sosyal medya iletişiminde meydana gelen zaman farkı geleneksel medyaya oranla oldukça kısadır. Kalıcılık: Geleneksel medya yaratıldıktan sonra değiştirilemez. (Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, 2010)

Tüm bunları göz önünde bulundurunca gelecekte, eski medyanın yerini tamamen sosyal medyanın alması kaçınılmaz görülmektedir. Şu anda satış ve pazarlama bile sosyal medya üzerinde yapılmaktadır. Bu şekilde daha hızlı iletişim sağlanmaktadır. İnternetten alışveriş hayatı kolaylaştırmakta, insanlar evlerinden çıkmadan ihtiyaçlarını karşılayabilmekte ve hatta para kazanabilmektedirler. Kişisel bloglar, ev hanımlarına iş kadını olma şansı tanımıştır. Blog takipçileri yeterli sayıya ulaşan kişiler, internet televizyonlarına reklam vererek para kazanmaya başlamaktadır.

Bugün, internette sosyal medya pornoyu geride bırakmıştır. Dünya üzerinde her üç kişiden ikisi sosyal ağları ziyaret etmektedir. 14 milyondan fazla kullanıcıyla Türkiye Facebook’ta en aktif 3. ülkedir. Türkiye, Avrupa’nın internette en çok zaman geçiren ülkesi durumundadır. (Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat, 2010) Sosyal medya hem ülkemiz hem de tüm dünya için cinsi bulunmamış milyonlarca balıkla dolu geniş bir okyanus gibidir. Ve herkes bu okyanusta yüzmek için heyecanlanmaktadır.


KAYNAKÇA


Mustafa Bostancı. (2010). Sosyal Medyanın Gelişimi ve İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları. T.C. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazeticilik Anabilimdalı Yüksek Lisans Tezi.

Z.Beril Akıncı Vural, Mikail Bat. (2010). Yeni Bir İletişim Ortamı Olarak Sosyal Medya: Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine Yönelik Bir Araştırma. Journal of Yaşar University, 3348-3382.

İNSANLARI ETKİLEME YOLLARININ SOSYAL MEDYADAKİ İŞLEYİŞİ NASILDIR?

İNSANLARI ETKİLEME YOLLARININ SOSYAL MEDYADAKİ YANSIMASI

İletişim kurmak insanın doğasından gelir. İnsan var olduğu andan itibaren topluluklar halinde yaşamıştır. Grup, sosyal yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. Toplum içinde yaşayan her kişi, en küçük grup olan aile biriminden başlayarak, değişik sosyal, ekonomik, dinsel ve mesleki guruplara üyedir. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) İnsan temas kurmaya ihtiyaç duymuştur. İnsan davranışlarının temelinde, başka insanlarla ve dış çevreyle ilişki kurma ihtiyacı yatmaktadır. İnsanlar biyolojik varlıklarını sürdürebilmek için, başka insanlarla ve dış çevreyle fiziksel ve psikolojik olarak temas kurmaya ve varlıklarının kabul görmesine ihtiyaç duymaktadırlar. (Karahan & Sardoğan, 2012) Bu durum insanın iletişim araçları geliştirmesine neden olmuştur.

 İlk modern toplumlarda bilgi, düşünce ve tutumlar temel olarak sosyal aktörler arasındaki yüzyüze görüşmelerle ya da kamusal toplantılar esnasında yayılmaktaydı. Bununla birlikte 15. Yüzyılda yazılı basının geniş dağılımı, ilk kez fikirlerin bireysel bağlantıya ihtiyaç duymadan uzak mesafelere taşınacağını göstermişti. (Bilton, et al., 2008) Telgraf, telefon, bilgisayar derken iletişim artık sosyal medya araçları üzerinden sağlanmaya başlamıştır. Sosyal medya, Web 2.0'ın kullanıcı hizmetine sunulmasıyla birlikte, tek yönlü bilgi paylaşımından, çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına ulaşılmasını sağlayan medya sistemidir. (tr.wikipedia.org, 2011)

2012 yılında 62 ülkede 41,738 internet kullanıcısı ile yapılan Universal Mccan Wave 6 araştırması tüm dünyada sosyal medyanın yoğunlukla kullanıldığını ortaya koymaktadır. Araştırmanın raporuna göre (Universal Mccan Wave 6, 2012) Sosyal ağ sitelerine her gün 1.5 milyar ziyaret gerçekleşmektedir, Kullanıcıların % 81’i arkadaşlarının sosyal ağlardaki profillerini ziyaret etmektedirler, Kullanıcıların % 88’i çevrimiçi video izlemektedirler, % 77 oranındaki kullanıcılar sosyal ağ sitelerinde profil sahibidirler, İnternet kullanıcılarının % 47’si marka topluluklarına katılmaktadır, Kullanıcıların % 49’u video paylaşım sitelerine video yüklemektedirler, İnternet kullanıcıları haftada ortalama 13 saatlerini internet ve 8 saatlerini sosyal ağlarda geçirmektedirler, Kullanıcıların % 42,9’u microblogging (Twitter) kullanmaktadırlar, Kullanıcıların % 30 sosyal medya araçlarına mobil cihazlar ile ulaşmaktadır, Kullanıcıların akıllı telefon ve tablet kullanımları artarken, kişisel bilgisayarlar internet ve sosyal medya kullanımında önde gelen araçtır. (İşlek, 2012)

Google, Türkiye’nin de dahil olduğu 46 farklı pazarda internet kullanım alışkanlıklarını ölçtüğü ve karşılaştırdığı Tüketici Barometresi araştırmasının bu yılki sonuçlarını duyurdu. Kapsadığı ülkelerdeki internet kullanıcılarının dijital, mobil, video ve alışveriş alışkanlıkları hakkında iç görüler sağlayan raporda bu yıl Türkiye, sosyal medya kullanımı konusunda dünyada ilk sırada yer alıyor. İncelemeye dahil edilen ülkelerin sonuçlarının ayrı ayrı görüntülenebildiği rapora göre, Türkiye’deki internet kullanıcılarının sosyal medya kullanım oranı yüzde 92, dünya genelinde ise bu oran yaklaşık yüzde 40. Sosyal medya kullanımı konusunda lider olan Türkiye’yi yüzde 86 ile Arjantin ve yüzde 84 ile Brezilya ve yüzde 83 ile Çin takip ediyor. Aşağıdaki grafik dünya genelinde sosyal medyayı en çok kullanan ülkeleri gösteriyor. (Kara, 2014)


 
Bu durum bize sosyal medyanın insanlar üzerindeki etkilerini sorgulatıyor. Neredeyse her yaştan insanın bugün en az bir tane sosyal medya hesabı bulunmakta. Yaşı geç olanlar sırf sosyal medya hesabı açabilmek için interneti kullanmayı öğrenmeye çalışmaktalar. Bu kadar geniş bir kitlenin, kısa bir süre içinde bu duruma uyum göstermesinin nedeni ne olabilir? Uyum, bir kişinin inanç ve davranışlarını grup standartlarına göre değiştirme eğilimidir. (Kağıtçıbaşı, 2008) Sosyal medya bizlere sayısız gruba üye olma imkanı tanımaktadır. Bu da kendimizi standartlara kolayca uydurmamızı sağlayarak insanın en temel, temas kurma ihtiyacını gidermektedir.

1. UYMA DAVRANIŞINI ETKİLEYEN ORTAMSAL NEDENLER

A. Grubun Büyüklüğünün Etkisi

Daha büyük grupların, bireyi uyma davranışına itici gücünün daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle grubun zorlaması ya da uymama davranışının cezalandırabilmesi söz konusu olduğu zaman bu ilişkinin daha da belirgin olacağı düşünülebilir. (Kağıtçıbaşı, 2008) Sosyal medyada bu durum biraz daha farklıdır. Kişilerin üye olduğu kapalı, sayısız küçük grup bulunmaktadır. Ama bu gruplar da en temelinde büyüklüğü tartışılmaz olan sosyal medya kullanıcıları grubuna dahildir.

B. Grubun Söz Birliğinin Etkisi

Dahil olunan gruplarda ne kadar çok kişi aynı söylem de bulunursa uyum davranışı o kadar artacaktır. Birçok siyasi olayda, örgütlenmenin sosyal medya aracılığıyla yapılması buna örnek olarak gösterilebilir.

C. Mevkiin ve Saygınlığın Etkisi

Sosyal etki kaynağının yani sosyal uyma davranışını meydana getiren kişi veya grubun, algılanan mevkii ne kadar yüksekse bireyde meydana getirdiği uyma davranışı da o kadar fazla olmalıdır. (Kağıtçıbaşı, 2008) Sosyal medyada özgürlük alanı sınırsızdır. Yüksek mevkiiye sahip kişilerle, vasıfsız kişiler eşit platformda tartışmaktadır. Bu durum normalde uyumu etkileyen mevkii etkisinin sosyal medya üzerinde pek de etkili olmadığını gösterir.

D. Yüzyüze Olmanın Etkisi

Yine sosyal medya üzerinde uyum davranışını etkilemede değişen bir diğer etmen yüzyüze olmadır. Normalde yüzyüze olma durumu sosyal etkinin şiddetini artırmaktadır. (Kağıtçıbaşı, 2008) Fakat sosyal medya kullanımında çoğu zaman kişilerin kimliği dahi açıklanmadan milyonlarca takipçisi bulunabilmektedir.

E. Kişiliğin Kaybolması

Sosyal medya kişilerin kim olduklarıyla ilgilenmeden herkese eşit derecede kendini gösterme imkanı tanır. İstediğiniz kişi olabilir, istediğiniz etkiyi bırakabilirsiniz. Bize uzak olana ya da kişiliği kaybolmuş birini istismar etmek daha kolaydır. Şartlar böyle olduğunda insanlar büyük trajedilere bile tepkisiz kalabilirler. (Kağıtçıbaşı, 2008)

F. Gruba Bağlılığın Etkisi

Bur durum grubun büyümesini ve devamlılığını sağlar. Sosyal medyadaki gruplar, yeterli bağlılık olmadığı zaman kapanırlar.

G. Azınlığın Etkisi

Azınlık kendi pozisyonunda fazla ısrarlı olursa, çoğunluk kendi görüşünün doğruluğunu sorgulamaya başlar. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) Sosyal medya platformu buna imkan tanır.

2. UYMA DAVRANIŞINI ETKİLEYEN KİŞİSEL NEDENLER

A. Benliğin Etkileri

Kimilerine göre kişisel benlik kimisi içinse ilişkisel benlik önem taşır. İlişkisel benliğin daha fazla önem taşıması, kişilerin grubun ne dediğine daha fazla dikkat etmelerine yol açar, sosyal normlar önem kazanır ve dolayısıyla uyma davranışı daha fazla görülür. (Kağıtçıbaşı, 2008) Bu anlamda ilişkisel benliğe önem verenlerin sosyal medyada popüleritesi daha yüksekken, kişisel benliğe önem verenlerin daha çok blog yazarlığı yaptığını söyleyebiliriz.

B. Birey Olma Gereksinimi

Türkiye gibi toplulukçu kültürlerde, kişilerin birey olma gereksinimleri yok sayılır. Hepsi toplumun birer ferdi olarak görülürken kişisel özellikleri göz ardı edilir. Sosyal medya kişilerin istedikleri gibi görünüp istedikleri gibi davranmalarına imkan tanır. Kişi farklı hesaplar oluşturarak bireysel özelliklerini ortaya koyabilmektedir.

C. Kişisel Kontrol Arzusu

Bazen de kendi davranışlarımız üzerinde kişisel kontrole sahip olduğumuzu hissetmek için sosyal etkiye karşı çıkar, uyum davranışı göstermeyiz. (Kağıtçıbaşı, 2008)

D. Cinsiyet ve Uyum

Cinsiyet ve uyum davranışı arasında yapılan araştırmalarda anlamlı bir bağ bulunamamıştır.

3. UYMA DAVRANIŞINI ETKİLEYEN KÜLTÜREL ETKENLER

Toplulukçu kültürlerin insanları, grupların onayını almayı bireyci kültürlerden insanlara göre daha fazla önemserler ve alamazlarsa utanç duygusu yaşarlar. (Kağıtçıbaşı, 2008) Bu da insanların iç çatışmalar yaşamasına yol açar. Kimi davranışlarını benimseyerek ortaya koyarken kimi zaman, istemediği toplumsal kurallara uymak zorunda kalır. Bu durum toplumların ilerlemesini, bilimin ve teknolojinin gelişmesini engeller. Düşünce özgürlüğünü kısıtlar. Bu anlamda sosyal medya, devlet tarafından sınırlanmaya çalışsa da internetin sağladığı sayısız olanak sayesinde çoğu zaman düşüncelerin özgürce ifade edildiği bir ortam olur. Toplulukçu kültürlerde insanların birey olarak var olmalarına yardım eder. Bireyler kendileri gibi düşünenlerin olmadığını varsayarken sosyal medya sayesinde yandaş bulabilmektedir. Birçok “marjinal” grup, bu sayede daha çok sesini duyurabilmiş daha çok hak talebinde bulunma imkanı kazanmıştır.

İNSANLARI ETKİLEME YOLLARI

1.     Ödüller

Ödüller insanların motivasyonunu artıran etmenlerdendir. Sosyal medyanın ödülleri genellikleri daha çok beğeni alma, takipçi sahibi olma ve ileriki noktalarda reklam alarak para kazanmayla ilgilidir. Bu da kişileri daha aktif olmaya, takipçi sayısını artırmak için daha fazla çaba göstermeye iter.

2.     Baskı

Sosyal medyada baskı tepkisizliktir. İnsanlar size hiçbir tepki vermez ve dışlanmış hissetmenize yol açarlar.

3.     Uzmanlık

Uzmanlara güvenir ve tavsiyelerine uyarız. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) Sosyal medya bu konuda insanların kafasını karıştırmaktadır. Çünkü kişilerin konusunda ne kadar bilgili olduğundan çok videolarının ne kadar izlendiği, yazılarının ne kadar paylaşıldığı önemlidir.

4.     Bilgi

Bilgi sosyal medyanın insanları etkilemede kullandığı en güçlü silahlarındandır. Dünyanın her yerinden farklı olaylar hakkında bilgi almanızı sağlar. Kişilerin özel hayatları hakkında bilgi edinmenizi sağlar.

5.     Yasal otorite

Sosyal medya sitelerinin kendisini bir yasal otorite olarak düşünebiliriz. Bazı kurallar koyar ve o kurallara göre davranmanızı sağlarlar. Bu da insanları etkileme yollarındandır.

6.     Acizliğin gücü

Bir işin üstesinden gekmekte yetersiz kişilere yardım etmek bir sosyal sorumluluk olarak kabul edilir. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) Sosyal medya üzerinden birçok yardım kampanyaları düzenlenmektedir.  Doğal afetler sonrasında, birinin kana ihtiyacı olduğunda vs. hatta bir çocuğun oyuncak mağazasına bakarken ki fotoğrafı sosyal medyada paylaşıldıktan sonra çocuğa farklı yerlerden onlarca oyuncak gönderilmiştir.

7. Boyun eğdirme teknikleri

A. Önce Küçük Sonra Büyük Rica Tekniği (foot in the door tekniği)

Uyumu artırmanın bir yolu da, kişiye önce küçük bir istek kabul ettirmektir. Kişilerin küçük istediği kabul ettirdikten sonra büyük istediği kabul etmeleri daha kolay olacaktır. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) Sosyal medyada bu teknik oyun kanallarında, satış yaparken, sayfanızın tanıtımını yaparken kullanılmaktadır.

B. Önce Büyük Sonra Küçük Rica Tekniği (the door in the face tekniği)

Bu bir nevi pazarlık tekniğidir. Önce büyük bir istekte bulunur. Bu kabul edilmeyince daha küçük bir istekte bulunur. Bu durumda küçük isteğin kabul edilme oranı artar. Bu yine sosyal medyada daha çok satış kampanyaları yapılırken kullanılan bir tekniktir.

C. Giderek Artan Ricalar Tekniği (the low ball tekniği)

Bu durum kafanızın karışmasına ve sonunda artan ricaları kabul etmenize neden olur. Sosyal medya üyeliklerinde bu duruma sıkça rastlanır. Önce sizden birkaç kişisel bilgiyi kaydetmeniz istenirken. Daha sonrasında tuttuğunuz takımdan gittiğiniz okula kadar her şey ısrarla istenir ve sonunda tüm bilgilerinizi vermiş olursunuz.


D. Sadece O Değil Tekniği (the that’s not all)

Bu teknikte önce bir ürün tanıtılır ve kişi ürünü alıp almamakta karar verme aşamasındayken sadece o değil ek olarak bu da var gibi bir teknikle ürün satışı sağlanır. Bu klasik pazarlama tekniği sosyal medya üzerinden yapılan satışlarda kullanılmaktadır.

E. Sıradışı İstek Tekniği (the pique tekniği)

Bu teknikte istekler her zaman olduğu gibi değil farklı dile getirir ve çoğu zaman başarıya ulaşılır. Sosyal üzerinden satış yapan pazarlama şirketleri tarafından kullanılır.

7.     Dış Baskıya Direnme

Bazen çok fazla baskı kişinin, istenilenin tam tersini yapmasına neden olabilir. Buna tepki denir. Tepki teorisindeki temel düşünce, kişiler kendi kişisel özgürlüklerine sahiptirler; bu özgürlüklerin tehdit edildiğini hissettiklerinde, bu tehdide karşı ellerinden gelen ne varsa yaparlar. (Kayaoğlu, Gökdağ, & Kırel, 2012) Sosyal medya platformu bu noktada kişilere yüksek bir tatmin ortamı sağlamaktadır. Yasaklara karşı konuşabileceğiniz özgür bir platformdur. Eğer yeterince bilginiz varsa kim olduğunuzu saklayarak istediğiniz kişi ya da olay hakkında normalde söyleyemeyeceğiniz ya da ceza almanıza sebep olabilecek çok şeyi söyleyebilirsiniz.  Bu da neredeyse her yaştan insanın en az bir tane sosyal medya hesabı üyeliğine sahip olmasını açıklamaktadır. Madun, toplum içinde var olan sessiz ve tepkisiz olan kesime denir. Bu kesim aslında birçok alanda büyük bir etkiye sahiptir. Fakat bunu bildiğimiz anlamlarda tepki göstererek değil, farklı tekniklerle başarırlar. Sosyal medya için, aslında madunların toplumu yönlendirme ve seslerini duyurma tekniğidir demek mümkündür.
  

Kaynakça

(2011, Eylül). Ocak 2015 tarihinde tr.wikipedia.org: http://tr.wikipedia.org/wiki/Sosyal_medya adresinden alındı
(2008). Kitle İletişim Araçları. T. Bilton, K. Bonnett, P. Jones, T. Lawson, D. Skinner, M. Stanworth, et al. içinde, Sosyoloji (s. 331). Ankara: Siyasal Kitapevi.
İşlek, M. S. (2012). SOSYAL MEDYANIN TÜKETİCİ DAVRANIŞLARINA ETKİLERİ: TÜRKİYE’DEKİ SOSYAL MEDYA KULLANICI ÜZERİNE ARAŞTIRMA. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 21-40.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2008). Sosyal Etki ve Uyma. Günümüzde İnsan ve İnsanlar (s. 71-97). içinde İstanbul: Evrim Yayınevi.
Kara, M. (2014, Ekim). Ocak 2015 tarihinde webrazzi.com: http://webrazzi.com/2014/10/23/google-tuketici-barometresi-2014-sonuclarina-gore-turkiye-sosyal-medya-kullaniminda-dunya-lideri/ adresinden alındı
Karahan, F., & Sardoğan, M. E. (2012). Transaksiyonel Analiz. Psikolojik Danışma ve Psikoterapide Kuramlar (s. 275-298). içinde Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Kayaoğlu, A., Gökdağ, R., & Kırel, Ç. (2012). Sosyal Etki ve Sosyal Güç. Sosyal Psikoloji 1 (s. 56-66). içinde Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.